Samstag, 30. Juli 2016

Operasyonu sen başlattın, ben win win devam ediyorum


Zamanla geçecek dedikleri, senin çok severek yaptığın işleri de devam ettirmekmiş. Sevdiğin işlerin bizi sevmeme ihtimalini, dünyaya birden fazla evlat getirerek ortadan kaldırmış olmana ayrıca seviniyorum.
Böylece herkes sevdiğine gidiyor.



Dolayısıyla benim yakışıklı babam, sen bir şifasın ve varsın. 
Hep evren hep evren olmuyor, çünkü nereye kadar sürecekti bu evren pişirsin ben yiyeyim hallerim? Evrene yüklediğim mesuliyetleri azaltmamda bana destek oluyorsun.
Bu demek oluyor ki sen benim farkındalıklarımın kardeşisin. 
Zira babaların özellikleri saymakla bitmez. Bir kaçı şunlardır:
Nurlar içinde koşmalarının, uçmalarının, durmalarının yanı sıra, her türlü kimliğe de bürünebilirler. Bir isterlerse herkes ve her şey olabilirler. Fakat hepsi bu değil.



Haberdar ve memnun olduğun gibi, bahçenin her tarafını ayağa kaldırdım.
Bir sezon dizisiyim. Buradaki halk çay demliyor, içerek beni izliyor. 
Toprağı suladım, toprak yumuşadı. Üst tabakayı sorunsuz çapaladım. Alttaki toprak susuz kaldığı için katılaşmıştı. Suya güvenmiyordu. Yine suladım. Bekledim.
Bir de susuz kalmış toprağın su alması çok uzun sürüyor.
Alışmamış, ne yapsın, inatçı ve kuşkucu olmaya mecbur.
 Devam ettim.
Böyle böyle evin temel seviyesine varacaktım ki annem nereye gittiğimi sordu. Durdum.
Tam o esnada biraz da yorgunluktan, başımın üzerinde bazı yıldızlar ve ampüller dönmeye başladı. Tansiyonum sevinçten oynadı. Sonra kararlar kararlar:) Senin sevmediklerinle barışmayı hem görev edindim hem de çok sevdim, çünkü toprak bana insan barışının formülünü veriyordu.

Keyifle gülümsemek benim usta babam, sana çok yakışıyor.

Samstag, 23. Juli 2016

Ben genelde fena geçmiyorum ama tatili bilemem

 Üçe kadar bahçe benim, sonrasında herkesin. 


Bu güzellikler başucun için baba. Yarın ekeceğim. Oralarda değilsen sorun değil, sonra görürsün ancak kabile halinde geliyormuşuz, an itibariyle duydum, istersen bi uğrarsın.


Arkadaşlar çılgınlar gibi ucuzlamış, beni bekliyorlardı. Hayır, nasıl iki tane alayım?


Mittwoch, 20. Juli 2016

Kızım, sana açık ve net söylüyorum: Benim dünya günlerim bitti yani I have done:)


Bir yandan babam bu günleri görmedi diye seviniyordum. Tansiyonu çıkardı. Yüksek tansiyon tehlikeli.
Yine de ne olur ne olmaz diyerek, yan tarafına gelen amcanın ailesiyle tanıştım. Amcanın siyasi görüşlerini öğrenmek istedim. Amca, hükümeti çok severek gitmiş.
Anne biz yandık, dedim.
Neden, diye sordu.
Babam bu adamı yer bitirir, kavga ederler, dedim.


Annem, tövbe tövbe, dedi ve babamla konuşmaya devam etti. Ben de amcanın toprağına su döktüm. Bir dahaki gelişimize çiçek de getirme kararı aldım. Hatta çok çiçek. Ve hatta her seferinde.
Vedalaşırken, sakın bak sakın kimseyle didişme, aklını başına topla, diyordu annem babama. 

Sonntag, 17. Juli 2016

Türkiye, seni bazen ağzım açık, bazen yüreğim ağzımda, çokça da babamla izliyorum

Tarih yazmak azizim ve azizem, bir dünyasal vatandaşlık hakkıdır.
İmece usulü yazılan tarihler, yol arkadaşlarını tanımak için enfes bir fırsat verirler sana.
Bu kaçırılır mı?

Samstag, 16. Juli 2016

Bi dışarı çıkıp kendinize gelebildiniz mi?

Bazı çocuklar öğlen uykusuna yatarlar. Çoğu buna alışıktır. Fakat bazı diğer çocukların dışarıda oynadığını bilerek uyumak feci bir durumdur. İçleri ukteletir.
Tanrılar tüm yürekleri duyarlar. Yine de tüm çocuklarını eş zamanlı çıkarmazlar sokaklara.
Bu evlat ayrımcılığı değildir. Devran, değişimli dönüşümlü çalışır.

Donnerstag, 14. Juli 2016

500 km Orhan Gencebay

. Düz yollar arabayı da, bizi de zapdedemedi, dağlara çıktık. Bu bir müzik tedavisi olacaktı. Beynimin sağında ormanlar yanıyor, kadere bak bir teselli ver. Solunda ormanlar yıkanıyor, mevsim bahar olunca hayat devam ediyor. 

. Uzun zamandan sonra ilk normal rüyamı gördüm: Yarım kilo kiraz. Rüyamı akşam hatırladım. Evde kiraz yok.

. İlk şikayetsiz yazımı geçiriyorum. Bu nasıl ülke, bu nasıl hava, bu nasıl esef, demeyi unutmuşum.

Mittwoch, 13. Juli 2016

Andı içiyorum: Tekrar tekrar doğmayı öğreneceğiz


Bir nöbet yerim çünkü bizde deniz yok, ada yok, martı yok, simit yok.
Her cümle, her duruş, her inanış, her gün, her değer, her son ve daha nice herler yeniden tanımlanacak, tekrar biçimlenecekler. Onlar yaşarken hayata ve işlevlerine sarılıyorduk, belki şimdi ve bundan sonra hayatın bize sarılmasını bekleyeceğiz. Ben kesin bekliyorum.
Hayat onlara döner ve delege eder: Babasınız, kardeşsiniz, eşsiniz, sarılın.
Hepimizinkiler, hay hay, derler. Bundan güzel, bundan kolay ne var:)

Dienstag, 12. Juli 2016

Bu lu tum ol ma san ben o ku ma yı na sıl çö ze cek tim?

Bir karar verecektim sabah, verebilmek için ortam bulacaktım, ortam güzel olursa kararım da güzel olacaktı, geldim. Buralar komple benim.

Buralar da tamamiyle sensin.

Montag, 11. Juli 2016

Başımın üzerinde hep uç sen

Özlem, evladım, kızım, benim telaşe müdürem:)

Sen beni nerede ve nasıl görmek istersen, ben orada ve o olurum. Bunu her giden baba böyle yapar. Hayır, şu anda bahçede gördüğün beyaz kedi ben değilim. Kızım, o kedi neredeyse üç yaşında.

Tüm ruhlar ilk önce bir rüyadan uyandıklarını sanırlar. Ben de öyle açtım gözlerimi. Sonra anladım ki yaşam bir rüyaydı ve hemen hemen beş dakika kadardı. Ruh rahat bir nefes alıyor. Sevginin, dolayısıyla havanın rengi pembe. Yok öyle kaynayan kazanlar burada. Araç gereçleri dünyada bırakıyoruz. Babalar yalan söylemez.

Sihirli diyarlardayım ben. Bir mucizenin içindeyim. Bizim için her şey mümkün. Doğru anlamanı isterim: Hayatta nasıl her şey mümkünse, burada da her şey mümkün. Tek farkımız, bizim artık hayal kurmuyor oluşumuz. Malum beden kullanmıyoruz.

Lakin bedenlerimizi terkederken, sevdiklerimizi terketmeme şartımız var. Sen babanı tanımıyor musun? Gider miydim aksi taktirde? Beraber konuştuğumuz, sustuğumuz, güldüğümüz, ağladığımız anları hatırla.

Neler mi yapıyorum? Susursam su oluyorum. O da henüz bebek bir ruh olduğum için. Yoksa bir müddet sonra ihtiyaç olayımız kalmıyor. Ama Özlem! Su olmak çok keyifli!
Ve eğer canım isterse I can speak english. Mesela bu sabah seninkilerle dolaştık. Yollamam mı, tabii ki yollarım fakat artık kitap imzalamıyorlar. Ayrıca kitap burada ne arasın? Komik bir evlatsın sen. Evet, mavi göz de burada. Hayır, kalkıp gelmeyecek:) 

Aşağı yukarı halim budur. Diyeceğim de şudur:
Özendirmek gibi olmasın, ancak vay gidene değil. Belki ama belki, vay kalana.
O yüzden güzel yaşa. Bak altını da çizeyim: Güzel yaşa.

Generation Allah/Ahmad Mansour als Pflichtlektüre

Ahmad Mansour.Generation Allah.S.7.Büchergilde Gutenberg.Frankfurt am Main 2016
Babaların baba olmadan, annelerin hamile olduklarını anladıktan hemen sonra okumaları gerekiyor. Kalan insanlık zaten okumaya mecbur. Tek değil ancak önemli bir nedeni de şudur: Kendilerini patlatacak canlı genç bombaların hiç biri ailelerine planlarını sezdirmiyorlar. Böyle bir tehlike karşısında dünyayı yerinden oynatabilecek bir güce sahip oldukları bilindiğinden, aileleri vahşetten önce uyutmak, öldürme eğitimlerindeki ana derslerden biri.
Ama bütün suç zaten...demeden okuyoruz.

Sonntag, 10. Juli 2016

Sen yine de duraklarında dinlenmeyi unutma


Vefat etmeye de ısınamıyorum. Kullanırken zorlanıyorum, çünkü kalakalıyorum. Ama en azından vefat ettirilmiyor. Yoksa ettiriliyor mu? Olsa olsa, bu aşk beni özellikle bugün kibarca vefat ettirdi, denir ve kulağıma aniden şık gelir.

Gitmek güzel. Umut verici. İçinde yol almayı barındırıyor. Sonu yok.
O nedenledir ki benim babam vefat edemez, etmeyi bilmez.
Baba, sen gidersin, üstelik tam istediğin gibi gidersin. Yollarının başında dimdik dururum, seni seyrederim, ardından nehirler dökerim.
Gidişin hibrittir, gelişine karışır.

Ben senim


Ölmek, fazlasıyla vefasız bir sözcük. Çok çelimsiz, kadir bilmez. Ufku karanlık. Mümkünsüz. Boyuna diyor ki kıldan ince ol. Ayrıca beni öksürtüyor ve agresifleştiriyor. Mesafe tutmasam elimde kalabilir.
Üzerinde yaşadığım topraklarda hatırlayarak affetmeyi öğreniyorlar. Biz sonradan geldik, çekilecek çilemiz varmış demek ki. Kaç tarih yüklenebilir insan? Evlerimizin temellerinde milyonlarca ah yatıyor.
Ölmeyi bu yüzden öldürülmekle yakın temasta algılıyor ve sevmiyor olabilirim.
Var bir samimiyetleri.

- Günaydın, sen nasıl öldüydün?
- Beni gazlayarak öldürdüler. 
- Sonra?
- Sonrası sen. Hücrelerimle ağaçlar büyüttüm.

Bundan dolayıdır ki bu ülkede eline baltayı, altına buldozeri alıp ağaç kesmek bir kere ayıp, sonra günah ve son olarak çok yasak. Geçmişin ruhu tepemizden bakıyor. Bu nedenle Almanya'da milli kutlamalar, milli duygular tekrar çoşmasın diye, yapılamıyor.
Örneğin biz 3 Ekim'i uyuyarak geçiriyoruz.

Dünyaya karşı iş gücü, nüfus ökonomisi vs. deniliyor ama göçmenlerin, özellikle türklerin burada olmalarının en önemli nedeni işte bu kutlayamama halini telafi etme çabasıdır. Bildiğin kompenzasyon yani. Türkiye'liler çılgınlar gibi kutlayabiliyorlar. Yemişler çünkü milli duygularını kilit altında tutmayı. Almanlar yiyemiyor, pişirirken doyuyorlar.
Geçenki maç sonrası mesela, bir türk genci sokak lambasına tırmanmış, türk bayrağını sallıyor ve avazı çıktığı kadar aşağıdaki polislere bağırıyordu:
 Almanya türklerindir lannn.
Polisler gülüyordu. İtfaiye arabası geldi sonra.

Donnerstag, 7. Juli 2016

Baba, beni sabah yedide uyandırır mısın?



Kabulün yüzüne kapıları çarptığıma bakma sen baba, bana kulak ver.  
Ama ayıp olmasın kızım? Gücendirmeyelim.
Kabul bana sadık baba, dert etme sen. Lafın gelişi söylüyorum. Yoksa dertsizsinizdir tabii. Fakat baba, eğer bir şekilde dertlenebiliyorsan oralarda, bence bırak gel.

Ben sana gelmeden saatler önce, hayır ağlamıyorum, sen son düzenlemelerini yapmakla meşguldün ve sanırım neler yaşadığımı bilmiyorsun. Çünkü baba, benim hatırlamam gerekiyor. Şimdilerde anlar geliyor gözlerime. Bazen bakabilmek için çok çaba harcıyorum. Seyrediyorum seni. Ağlıyorum. Ağlıyorum. Ağlanılan her sahne bir zaman sonra duruluyor. Bazı sahnelere defalarca, bazılarına bir kere ağlamak yetiyor. Gözlerimin halini görüyorsundur inşallah. Bunlara eğitilmiş davul göz deniliyor.

O gün işteydim.

Bu sırada işverenim mecburen boşanıyor baba. Evet, o yaşta. Kadın evi terketmiş. Senin vedandan iki hafta kadar sonraydı, nasılsınız, diye sorduydum, çünkü benim bile farkedebileceğim derecede perişan bir ruhla dolanıyordu. Kötüyüm, eşim gitti, dedi. Ben kadının öldüğünü sandım, yaşamıyor mu, diye bağırmışım. Şok oldu haliyle, tabii yaşıyor, diye O da bağırdı. Ee, dedim, hem de türkçe.

İşte o gün, salıydı günlerden, yok, anlam yüklemiyorum salılara, telefonlar gelmiş. Geri aradım. Gelseniz iyi olur. Elim kolum, peşlerinden boynum, benden ayrıldılar. Yine aradım. Abla gel. Hep aradım. Özlem gel. Telefon yandı ama gelme diyen olmadı. 

O yollar baba, bir şekilde bitiyor. O gün nasıl bittiklerini henüz bilmiyorum. Oysa anlatacaktım. Şunu söyleyebilirim tek: Çok korktum ilk önce. Sen gidecektin ve ben sana yetişemeyecektim. Kesin bir yaşam hedefim oluştu sonra. Canlı olan sana varmak. O yüzden arabadan daha hızlıydım.
Baba, sen arabayla köprü altlarından geçerken başını eğerdin, hatırlar mısın? Canımsın. Şimdi tüm köprüler sana eğilsin. Buna yarın ağlayacağım.

Yanına geldim. Sen beni bekliyordun. Aslan babam.
Öyle upuzun sen, öyle ağır nefesli sen, öyle çevren dolu o odada, öyle başkaydı ki her şey baba, zaman ve mekan yarılıp açıldılar, ben tam beş yaşımdaydım, havaalanındaydım, seni bekliyordum, beni almaya henüz gelmemiştin, bir yığın ayakkabı gelip gidiyordu etrafımda, sonra tam önümde iki bacak kıvrıldı, güvenim doğdu, kıvırcık saçlarının arasından sen bana kahkahalandın:
Benim kızım mı gelmiş! 

Montag, 4. Juli 2016

Bayramlar ki donmuş pozisyonları eritmek için gelirler, sıkça gelsinler

 lesen: okumak. Ya da senle. Çünkü harflerim bu kadar.


Seninle okuyamadığım için, ne yapayım, katlıyorum hala çokça böyle bazen. 


 Sana yazamadıklarım için de katlıyorum.
Fakat sensizliğe katlanmıyorum.
İstersen sen de beni hatırla.


Bayramın kutlu olsun.
Rastladım ya sana ve sevdim seni, benim de bayramım kutlu olsun.