Freitag, 29. April 2016

Pasta konuşurken kırıntılar susar

Fakat siz ekmeksiniz.
Yere düştüğünüzde özen ve hürmetle kaldırılır
yükseklere yerleştirilirsiniz.

Donnerstag, 28. April 2016

Mutlu ilişkiler için formül ya da aletlerin evrensel mi?

Parayla olan münasebetimizle, ilişkilerde kullandığımız sevgi kalıplarının benzerlikleri beni 1923 Almanya hiperenflasyonu için almaya geldiler. Gittim ben. Döndüğümde boyum biraz uzamıştı. Ne olmuş, neden olmuş ve nasıl bir çözüm üretilmiş? Olaya bakıldığında tüm ilişkilerin ruh halleri okunuyor. Yeni modum: İlişkine in. Çözüm odaklı yaşayan, içinde ukte çeşitleri biriktirmek istemeyen herkes o yıllara gitmeli. Çünkü bu hiperenflasyon sonucunda kazananların ve kaybedenlerin bir listesi var. Çok önemli, heyecanlı ve komik bir liste.
Gazete büyüklüğündeki paralar da ilginçti ama en tatlısı ve beni mutlu edeni, çocukların yığın halindeki para tomarlarıyla oyun oynamalarıydı ki hayat onlara sık sık, haddinden fazla güzel olmalıdır.

Sonntag, 24. April 2016

Yürek karar bilmez

- Çocuklar sizin için çok üzülüyorum, dedi.
- Alla alla, neden, diye sorabildik.
Bunu hiç beklemiyorduk. Yapay komadan çıkan insanlarda zihinsel kaymaların olduğunu söylediler bize. Fakat biz bunu her seferinde unutuyoruz.
Tamam, diye düşündük, biz bir felaketin içindeyiz ve haberimiz yok, bunu tek babam görüyor, şimdi söyleyecek ve biz biteceğiz. Diyeceklerini daha iyi duyabilmek için O'na doğru hepimiz birden eğilince, kardeşimle benim kafalarımız birbirlerine vurdular.
- Sabahlara kadar sokaklarda çalgı çalıp bekliyorsunuz.
- Müzik güzel bir şey baba.
- O soğukta, sabahın üçünde, dördünde, ayazda güzel değil. Üşüyorsunuz, çok üzülüyorum.
Bir daha yapmamaya söz verdik. Hatta kardeşim ablamın bizi buna zorladığını söyledi. Ablam, evet baba, dedi. Babam, yapma kızım, dedi. Ben, tamam baba, dedim.

Yer yer başka bir gerçeklikte yaşayan babama karşı etik olmayan bir harekette bulunacağız diye ödüm kopuyor. O yüzden kardeşime çattım dışarı çıktığımızda: Sen olmayan bir şeyi neden varmış gibi anlatıyorsun babama?
Üzerinde baskı oluşmuş. Gülelim istemiş.
Siz ikiniz sabaha kadar çalgı çaldınız, ben de şarkı söyledim, binin arabaya şimdi, dedi ablam. O sırada dolu yağıyordu. Sonra güneş açtı. Ardından yağmur yağdı. Hava karardı. Bugün her şey yağıyor, dedi bir arkadaşım. Böylece babama taşınmaya karar verdik.

Bu sefer başlığı yazıdan önce attım. Şimdi bir bağlantı kuracağım ona. Bugün güzel bir konuşma esnasında çıktı bu cümle. Ve şunu anlatmaya çalışıyor:
Yürek sadece sevgiyi bilir. Tüm yürekler böyledir. Kapısını sadece sevgiye açar, sevgi girer, yüreğin içi sevgi olur. Uzun ve karşılıklı sevgi akımlarında devamlı kapıyla uğraşılmasın diye (aç kapa aç kapa), yürekler arası köprüler kurulur. Kapının açılmadığı, köprüsüz kalındığı zamanlar da vardır elbet. Diyelim ki sevgi epey bi zaman gelmedi, o vakit yürek kendi zengin stoklarına döner. Tanınan, tanınmayan ve tanınacak tüm dünya devletlerinde bir tane fakir yürek yoktur.

Samstag, 23. April 2016

Ona inandın da buna neden inanmıyorsun?

Allah istemezse yaprak kımıldamazmış. Böyle midir? Hemfikir miyiz?
Bunu tutalım.
Peki devlet büyüğü olunur mu?
Pencerenin biri bu.

Bir şeyi çok istersek o şey gerçekleşir mi? Makam, koltuk, adam, kadın, çocuk ve işlevleri sana gelmiyorsa, bir bak bakalım sen var mısın? Rahat mısın? Lets dance tabii.

Üçüncü kapı:
Dünyanın tüm başarı hikayelerindeki, insanlık için en en en önemli, yararlı ve zararlı insan biyografilerinin ortak noktaları nelerdir? Bu insanların ömürleri bize ne olduğumuzu hatırlatmak için mi, yoksa unutturmak için mi raflara ve ekranlara dizilmişler? Dir? O insanlardan bana ne, diyorsan, nasıl sana ne? 510 milyon kmlik alanı (suları herkes kendi çıkarsın) tek başlarına mı kullanmışlardır? Halkların en en en insanların üzerindeki emekleri nelerdir?

İnsan inceleme fikri zevk freni etkisi yaptıysa, IV:
Kendini hangi hayvana benzetiyorsun? Hayvanı araştır.

Yürek Yürek Yürek Yürek Yürek:
Çocuğu, hayatın sınırlarını öğreteceğim diye uzun uzun ağlat ki, o da sonra seni bölüp bölüp ağlatsın. Eğer kendi sana kıyamıyorsa, hayata devretsin. Evet, neden bahsettiğimi biliyorum.
Ve ayrıca çocuk konulu evrensel oranlara bugün zam geldi. Şöyle ki:
1 action = 3 reactions.
1 Kıyma = 3 Kıyılmalar.

Altı nedir ki üstü ne olsun:
Hala kaloriferler yanıyor. Biz kışlıkları yazlıkları ayıramadan yaşıyoruz.

7:
Mutfaktan kısır sesleri geliyor.

Freitag, 22. April 2016

Haftasonu hayırlı uğurlu olsun

"Biz" duygusu yaratmaya çok hevesli olduğum uzak yıllarımda, insanları azınlıklar ve çoğunluklar diye ikiye ayırırdım. Azınlıklara ayrı bir sevgim vardı, zira çok katkılarını gördüm. Albenileri fazlaydı bana göre. Sonra galiba bir kaç tokat yedim ben. Sen akıllı bir kıza benziyorsun, neden azınlık oldun, demişti çok kitap okumuş bir bey bana. Çünkü dedim böyle, çünkü dedim şöyle. Peki siz çoğunluk musunuz? Acaba bana ne cevap vermişti?

Gençliğimi garipsedim şu an, ama o zamanlar anlıyordum, sindiriyordum, çünkü dünyanın tüm doğruları benden soruluyordu.

Zamanla her iki grupta da değişimli dönüşümlü olarak bulundum, durum aynı, değişik bir şey yok. Eğer azınlıksan, problemsiz bir şekilde kendi azınlığını üretebiliyorsun. Azınlığın içinde çoğunluk oluyorsun. Çoğunluklar için de durum aynı. Son mertebede ise hep bir tekrar söz konusu: Grupların içeriği dinamik bir akımla yer değiştirirken, isimler kalıyor. Mesela Ayşe'ler Ali' lerin küçük evine, Ali'ler Ayşe'lerin büyük evine taşınıyor. Sonra yine geri taşınma zamanı geliyor. Bu yüzdendir ki, eğer büyük A'daysam küçük A hakkında ve küçük A'daysam büyük A hakkında insani (bu klavyenin şapkalı i'si yok) konuşmaya dikkat, özen ve her türlü titizlik göstermeye çalışıyorum. Yani A oldum deme, A da olursun. Bazen çok abartıyorum, bazen unutuyorum, bakmışım vıdı vıdı kendimi kaybetmiş bir halde atıp tutuyorum. Bu durumların sonunda istisnasız her daim günümü gördüğüm için kendimi kınayamıyorum. Çalışmalarım devam ediyor.

Ayrıca bugün Dünya Dünya Günü. Kutlu olsun çoktan. Günün önemine uysun diye ökolojik ayakizimi örçtürdüm. Hem esefler içinde kaldım hem de test sayfasından azar işittim. Eğer şu anda nefes alan tüm insanlar benim gibi yaşasaymış, bize iki buçuk dünya lazımmış. Daha doğrusu, ben dünyanın keyfini çıkarayım derken, nereden aldığım gayet meçhul bir dünyalar kredisi de kullanıyormuşum. Kendimle çok ciddi konuştum. Hedef belirledim. Yine yarım dünya insanı olacağım. Verdiğim sözü tutarım.
Ve bunları severek yazdım.
Şimdi bir başlık bulayım. Of ki ne of.

Mittwoch, 20. April 2016

Elimde başlık kalmadı

Yola bakıyorum. Bir A6 Limousine almış en sonuncu çoşkulu, en hızlı, çok uzun saçlı ve bolca ay ne kadar mutluyumlu zamanı, hızla uzaklaşıyor benden. Doğru istikamette mi bilmiyorum, merak da etmiyorum, çünkü o zamanlarda değilim artık. Dolayısıyla araba da gitti. Neticede dört tekerlek değil mi, taşıyıp hayatı kolaylaştırmıyor mu, diyemiyorum. Neden? Çünkü ben sürücüsünden önce arabaya sarılıyordum. Yani? Kurban değilim. Kol benim, yine sarılırım.

Yarın beş eyalette radar şenliği var. Her ama her yere radar konulacak. Olayın ismi "Yıldırım Maratonu". Sabah altıda başlayacak, yirmi dört saate kadar sürebilir.

Uzun uzun adam öldürmeyi meşrulaştırmaya yemin etmişti dün dizi. Geçen hafta da yorulmadan öldürdüler. Sağ gözümün alt bölümümde arpacık çıktı ardından. Sar o sahneleri öne? Mimikler ilgimi çektiği için yapmıyorum bunu. Kaç adam öldürdüysem artık, olmamış bu sahne diyorum. Fakat bende ki gerçeklik yırtılıyor, gözümden belli. Ben adamlardaki değer sisteminin kodlarını çözmeye çalışıyorum daha çok. Nafile. Ne diyorlar, evet, benim kafam basmıyor. Maddiyata düşkün yanım ise o yuvarlak masaya hayran. Kaç kereler durdurup ekranı, iç geçire geçire bakıyorum.

Sonntag, 17. April 2016

Feedback

Hiç farkında olmadan, annemizin, babamızın malı gibi bol bol kullandığımız tek şey oksijen.
Hayatım, bilinçlendik, senden razıyız, sağol.
Bu ülke, sanırsın ki hiç dava görmemiş. Her öğün, majeste hakareti ile doluyoruz.
Hükümdarlı dizide de tavayla adam öldürme teşebbüsü vardı geçen. Sahne o kadar uzatıldı ki tava kırıldı. Tava markasıyla bir sorun var, belirtime, ablam, bence çok dayanıklı, dedikten sonra, diziyi çok seven annem, sizi ben mi doğurdum gerçekten?, diye sordu. Bizimle dizi izlemeyi sevmiyor.
Ben bir devlet büyüğü olsam, hakkımda böyle bir şiir yazılsa ve milyonlara okunsa, ne yapardım?
Gerçi mizahın insanlığı kurtaracağına da çok inanıyorum. Kanımca, sevgiyle ilk sırayı paylaşıyorlar.
Ama bu şiirin mizahla ne alakası var? Haysiyet kırıcı değil, haysiyet katledici bazı satırlarını okudum. Batı bu denli geniş de değil üstelik. Bizde birine orta parmak göstermenin cezası, çalı çırpısıyla 800 Euro'dan başlıyor. Standart elmanın kilosu 1,50 €. Eken biçer, deniliyor öte yandan. Bunun tespitini biz edebilir miyiz? Ne ekip, biçtiğini anladıktan sonra, kendine ona göre çeki düzen vermek, mikroda her bireyin şahsi meselesi bence ve halledilir. Makroda ise herkes olayın içinde. Bu düzeyde savrulan "oh olsunlar" çok sanırım ki hepimize çarpan ve çarpacak "oh oh olsunlar".

Freitag, 15. April 2016

Huzur bakım

Sağ gözünün kenarındaki bir damlaya karşılık yüz damla akıttım bugün.
Sen Faruk'u çok sevdin. Senin gibi, yan odadaki hasta da sevmiş ki, hemşire sesi açmamı rica etti. Uzanarak susan bir şifasın. Güle güle ağlamam işte bu yüzdendir.

Donnerstag, 14. April 2016

Dünyanın sayıları

İnsanlar çılgınlar gibi yazıyorlar:

http://www.worldometers.info/

Bir çığ nasıl büyür, nasıl düşer?

Katılımla.
Ama ilk tanenin imece çağrısı yapması şart.
Kötü haberlerle güçlenmişken, iyi haberlerin dudaklarımızı uçuklattığı günlerdeyiz.
Hafızam bir kaç köşeye dokunmadan, daha öncesini sildi sanki.
Köşeler:
Küçükken, koca bir deniz suyunun kovalarla boşaltılabilinirliğine inanırdım.
Hiç bir arkadaşım buna yanaşmayınca, onları, bir tepeyi kaza kaza mağara evi yapmaya ikna etmiştim. Bir büyük, daha fazla kazarsak, ki dallarla ilerliyorduk, tavanın çökeceğini söyleyince, vazgeçtiydik. Meğer bize ne kadar çok inanmış.
Dolayısıyla, sonrasında gönül almamak için küstürmeye bulaşmamak mı, yoksa küstürüp gönül almak mı daha öğreticidir, düşünmekteyim. Bağlamında bir söz katıklanıyor düşünceme:
Bana dokunmayan yılana bin yıllık bir ömür dilerken ve şans eseri dileğim kabul olurken, o yılanın başkalarına bulaşabilme ihtimalini olayın neresine rahatça yerleştirebileceğime bakıyorum. Öte yandan nüfusun küçük bir bölümü bile yılanlara uzun ömür biçse, karşılıklı olarak yılanları birbirimizin üzerine salmış olmuyor muyuz? Dünya küçük. Nereye gidecek yoksa bu hayvanlar? Aklı başında bir sonuca varamadım.

Montag, 11. April 2016

Çok bol gülücük

O da nedir?
Haberlerin zıplaya zıplaya geliyorlar.
Kalbim ip atlıyor.
Teşekkürler Baba.
Teşekkürler Allah'ım.

Homines

Dikkatimi çeken bir durum var son günlerde: Tanıdığım tüm kadınların nasıl ağladıklarını biliyorum. Erkeklerin ağlama halleri daha ilginç geliyor bana artık.
Hem konuşup, hem ağlayanlar var. Anlamak için can kulağıyla dinliyorum. Ağlarken tıkananlar var. Biraz korkutucu oluyorlar. Hiç konuşamadan, hiç ağlayamadan, olayı hemen eşlerine nakledenlerin çoğu tansiyon hastası. Konuşmanın sonunda ağlayanlara ve bunu kardeşliğe bağlayanlara bakılırsa, senin bizden hariç kocaman bir ailen daha mevcut diyebiliriz. En kolay ve rahat ağlayanlar, nasıl desem, esnek ve şeffaf olanlar. Galiba bunlara rahat kafalı deniliyor. O bizim babamızdır, diyenlere, babam da sizi evladı gibi sever, diyorum. Birine, tam emin olamadığım için, sadece evet dedim. Dolayısıyla, acaba seni sevdiğim gibi sevdiğim biri var mı diye düşünüyorum. Yok. O halde sensizliği telafi edemeyiz. Fakat sıkıntı yok, relax ol sen.
Ama gel.
Hakkında di'li geçmiş zamanla konuşup, gözyaşı dökenlerin hepsiyle iletişim sorunu yaşıyorum, geleceksin, duyacaksın, şaşırma. Refleks değil, üçüncü geçmiş cümlede, bütün bilincimle, küt diye kapatıyorum telefonu kulaklarına. Bizim durum belli, peki sizin tam olarak neyiniz var? Genelde çok sakinim.
Ataerkiller, ahh ve ayy, müthiş güzel ağlıyorlar. Bunu bilmezdim. Hiç birini diğerinden ayırmak istemesem de, en çok onları dinlemeyi seviyorum. Nasıl bir usulluktur ki, illa ki, ben de böyle ağlayabilsem keşke, dersin.

Sonntag, 10. April 2016

Tabii ki nesnel cümleler kuruyorum

Sana bakanlara seni anlatıyorum. Tüm özelliklerini sıralıyorum. Pes etmemeni örneğin. Pes etmiyorken gösterdiğin sürekliliği. Süreklilik sağlamaktaki kararlılığını. Farkındayız, diyorlar.
Bir şey değişti ama sende. Saçlarını okşaya okşaya düzleştirdik.
Bugün de listelerle geleceğiz yanına. Uzaktaki yakınlarından, sana iletmemizi istedikleri neleri varsa söylemelerini istiyoruz. Ben oldum bir sekreter. Anlayacağın klasör açtık. Rengi yeşil. Gökyüzüne bakmak, akarsuya bakmak ve yeşile bakmak ruhu dinlendirirmiş. Saf akarsuyu henüz bulamadık, mecbur suni sesini dinliyorsun. Yani tam olarak bir rüyada değilsin. Güneşli günlerde jaluziler daha da yukarı çekiliyor. Bir de torunların sana mektup yazıyorlar. Genetik bu herhalde. Yalnız sen okuyacakmışsın.
Öperiz, sarılırız.

Samstag, 9. April 2016

Kıpırdıyorsun, çünkü bir aslansın

Dilimi uyarıyorum: Her şey güzel olacak, değil. Her şey güzel. Tehlikenin farkındayız elbet. Ama yaşıyoruz. Üzüntüyü, perişanlığı ve acıyı upuzun zamanlara yaymanın lüzumunu düşünüyorum. Bu mevzuların yeri cehennem. Burası dünya. Eldeki malzemeyle yoğuracak sonsuz imkanlarımız var ve herkes bi kendine gelsin. Sözüm bizedir. Sen süpersin baba.
Uzun bir koşu seninkisi. Şimdilik usulca emekliyorsun. Emeklemek canımın içi, muazzam bir olay. Anlayacağın mucize. Siz yine mi abartıyorsunuz, der gibi göz kapaklarını oynat sen. An itibariyle pek mümkün görünmüyor ama geldiğinde onları da öpeceğiz.

Dienstag, 5. April 2016

Gelenlerdensin

Burayı açma niyetimde sen yoktun. Artık varsın.
Varsın ve okuyacaksın. Biliyor ve inanıyorum. Belki şiir bile yazarım sana. Hatta şiirler.
Bizi duyuyorsun, zaten emindim ama bugün doktorun da söyledi. Seni derin bir uykuya daldıracak bir ilaç varmış, işte o ilacı sana vermiyorlar. O yüzden duyuyorsun. Ancak anda duyuyorsun, sonra unutacakmışsın. Sen şu anda anda yaşıyorsun baba. Ve hayat gerçekten çok ama çok tuhaf.
Gözlerin çeyrek açık kaldığı için bir krem sürdüler. Korktun sanırım. Anlattığımız gibi, o krem gözlerini koruyacak, kurumasınlar diye. Biliyorsun ki daha ağlayacağız beraber. Çünkü sen tek benim yanımda ağlayabiliyorsun. Bunun için kendimi şanslı hissediyorum. Bu konu hakkında da konuşalım.
Küçükken evde üstüste bir kaç eşyayı kırmıştım. Sen hatırlamazsın. Ben hiç unutmadım. Her seferinde sen beni avutmuştun. Bir şey olmaz, yine alırız, üzülme, demiştin. Çünkü çok korkmuştum. Sen korkumu almıştın. Dün bir bardak kırdığımda aklıma geldi. Sonra sana, senin de heyecanla beklediğin güzel bir haberi vermek için koşarak geldiğimde, yanında iki evladını kaybetmiş arkadaşını düşünerek, bana gözlerinle konuşmamam için işaret etmen?
Kardeşin devamlı arıyor. Şu sıralar kendisini senin çocuğun sanıyor. Titriyormuş sık sık. Yok yok, evleri sıcakmış, siz çocukluğunuzda çok üşüdünüz, sen ona çok kol kanat gerdin ya, şimdi o günler dolaşıyor damarlarında galiba. Nasıl ilginç bir süreç işliyor, hayret edersin baba.
Sen uykuya daldığından beri gitmek fiiline dayanamıyorum. Beni de ürperten bu işte.
Herkes gelsin baba. Sen ilk önce ve en önden gelirsin. Anlaştık mı?

Sohbeti seversin

Biraz daha iyisin. Uyandığında çok konuşalım. Sen sessizken neler olduğunu defalarca anlatalım. Sen de anlat. Çok merak ediyorum çünkü. Nerelerde geziniyorsun, ne hissediyorsun, ne duyuyorsun? Sana en son verdiğim kitabı okuduğunu ve hiç bir şey anlamadığını söylemiştin. Boşver, demiştim, anlayınca da bir şey olmuyor.
Çok seviliyorsun ve bunu bildiğin halde yine de şaşıracaksın. Çünkü sana dua edenlerin hepsini tanımıyorsun. İnsanlar dua etmeyi sever, diyeceksin. Öyledir, ama bana şimdi daha çok seviyorlar gibi gelmekte. Dalga dalga yüreklere geçiyorsun. Her şeyi anlatacağız sana. Acele etme, zamanımız bol. Sindire sindire iyileş. Biz seni bekliyoruz.

Montag, 4. April 2016

Mektubun var babam

Dilimizin tüm tabularını yıkıyoruz. Bu sefer tabularımız meşru. Gelebilecek adımları, görevlerimizi konuşuyoruz. Baba, eğer kaçınılmazsa ölüm, senin için en güzel vedayı hazırlamak istiyoruz. Fakat baba, sen üzerine alınma. Sonra sırayla ağlıyoruz. Hepimizin aynı anda ağladığına rastgelmedim hiç.
Babamızı ilk defa komadayken gördük. Tam yanına girecektik ki, hazırlamalıyız, artık tek başına başaramıyor, dediler. Aramızda iki duvar vardı. Komaya sokulmak 45 dakika sürüyor. Saat dört gibi. Anlamsız hiç bir şey yapmayan babam için, hiç bir anlamı olmayan bir vakit. Sence de öyle değil mi baba? İki yaşındayken babası ölmüş. Baba olmayı tek başına öğrenmiş bir adam benim babam. Aynısını yapabilen beri gelsin. Tanıdığım en mert adamsın baba. Ama 4 nedir? Sonra takıldık bir hemşirenin peşine, babamın yanına girdik. Bizi duyuyor, dedik. Yine konuştuk. Ellerini tuttuk, alnını okşadık, yanağından öptük. Asla pes etmez, biliyoruz. Pes etme baba.
Ama babasız kalma ihtimalimiz büyük. Aynı anda annesiz de kalmamak için çırpınıyoruz. Ben mesela iki kimlik oluşturdum, annemin yanında müthiş olumlu bir insanım. Aklıma üzülmek gelmiyor, dolayısıyla asla ağlamıyorum. O, içimde kötü bir his yok, diyor. Aslında en iyisini annem bilmez mi? Uzun bir ömür geçirdiler beraber. Geçiriyorlar. Dilerim ki yine geçirsinler. Baba, duyuyor musun?

Şimdi baba, daha gitmek, görmek istediğin yerler var. Kuşlara özeniyorum, dedin. Yattığım yerden onları izliyorum. Ne olur, olmadık yerlere uçma! İçinde kalanları yap, sonra istersen yine gidersin. İnan ki ölmek kaçmıyor. İnsafın bu sefer kendine işlesin. Bir kere de aceleci olmasan? Sonra torunların bekliyor. Onlara verilmiş sözlerin var. Peki, bahçe baba? En sevdiğin uğraşın. Daha çiçekleri alamadık. Hava soğuk dedik, bekleyelim, dedik ama bak hava bugün birden 21 dereceydi. Günlerden pazardı. Yarın her yer yine açık olacak. Acelemiz olmasın. Aceleyle gitme. Çünkü baba seni en çok annem seviyor ve daha uzun süre sevmek istiyor. Ve çünkü baba, anneme ne diyeceğimizi, gidersen nasıl söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Büyüklere danışamıyoruz. Meğer büyük bizmişiz. Çok çaresiz kaldık hem. Siz istiyorsunuz diye ölmeyecek miyim yani, diyebilirsin. İşine karışılmasını sevmezsin, biliriz. Ama bize de çok danışırsın sen baba. Lütfen bu sefer de sor. Çocuklar, hanım, gideyim mi, gitmeyeyim mi, ne diyorsunuz, de. Çok kolay baba, çok kolay.

Sonntag, 3. April 2016

Paralel yapılar

Ancak, huysuz insanların inadı var. İnat, bazen hayat kurtarabilir. Bu olumlu.
İkisinin de bir çok huyu aynı. Sonradan farkettim. Zor insanlar. Çizgileri çok keskin. Siyah beyazları belirgin. Arada kaldıklarında, susuyorlar. Ama bu da bir çizgi işte. Neticede kendi çizgileri. Çektirtmiyor, çekiyorlar.
Hak belledikleri yolda yalnız giden insanlar bunlar. Sağlıklı gitsinler de gerisi pek umurumda değil. Sonuçta benim için manevi katılım mümkün. Birinin hem zaten elini tutabiliyorum. Tabii ki böyle düşlememiştim. İnsan düşlerken büyüyemiyor. Ayrıca, düşlediğin kadarsan yandın demektir.

Bitkisel

Sanki bir umudum oldu. Hiç bir değişiklik yok, henüz görmedim de, ama galiba daha iyi.
🌳
Tam on dört saat geçti aradan.
Hislerimde yanılıyorum. Yanılmayayım. İyi olsun, bin yıl daha beklerim. Gözünün içine baktım da söylettim. Bana her şeyi söyleyebilirsiniz, dedim. Fifty fifty, dedi. Önemli bir yüzde.
Ağlamak bir süreliğine içimi durduruyor. Evde gözyaşım yok, ancak yarım asırdan fazladır beraberler, dilimin ve gözümün sakladığını yüreği görüyor. Ama her dediğime inanıyor. Yalan söylemiyorum zaten. Sadece olanın yarısını söylüyorum. Hayatımız da yarı yarıya.

Allah'ım yolunu aç.

Samstag, 2. April 2016

Kaybolmasan?

Yanına vardığımda, iyi ki geldiniz, dediler. Belki siz sakinleştirirsiniz.
Ne dediğini bilmiyor. Bana beni sordu. Nerde, dedi. Yoksa kendinde mi?
Defalarca kalkmaya yeltendi. Ayaklarının üzerine basmak istiyor. Tüm bağlantıları koparmak istiyor. Hemen ellerini çözdüm. Bak, bu oksijen baba, bunu çıkaramayız. Havasız kalırsın.
Nerden geldiğini bilmediğim bir kuvvet vardı üzerinde. Bir tık daha olsa, kalkıp koşacak. Oysa değerleri tersini söylüyor.
Konuştum, sustum, dinledim, korktum, konuştum. Evime gitmek istiyorum, dedi.
Elini tuttum. Bir ara ayaklanmayı unuttu, O da elimi tuttu. Fakat burada değil. Gözleri maviydi bugün. Yolunu bulamıyor.

Freitag, 1. April 2016

Seni bekliyoruz, bil

Bütün ev mi iyi uyanır? Sincap bile.
Rüyalar anlatıldı.
Kahvaltı, derken günlük işler, kahve.
Vaktin gelmesini bekliyorum. Büyük bir yüzdem hep bekliyor. Hızla beklemeyi öğreniyorum.
Vücudunda üç savaş var. Bir, iki, üç. Ama hepsinin komutanı O. Dünden beri ateşkes ilan etti gibi, fakat sadece gibi.
Güç mü topluyor?