Donnerstag, 7. Juli 2016

Baba, beni sabah yedide uyandırır mısın?



Kabulün yüzüne kapıları çarptığıma bakma sen baba, bana kulak ver.  
Ama ayıp olmasın kızım? Gücendirmeyelim.
Kabul bana sadık baba, dert etme sen. Lafın gelişi söylüyorum. Yoksa dertsizsinizdir tabii. Fakat baba, eğer bir şekilde dertlenebiliyorsan oralarda, bence bırak gel.

Ben sana gelmeden saatler önce, hayır ağlamıyorum, sen son düzenlemelerini yapmakla meşguldün ve sanırım neler yaşadığımı bilmiyorsun. Çünkü baba, benim hatırlamam gerekiyor. Şimdilerde anlar geliyor gözlerime. Bazen bakabilmek için çok çaba harcıyorum. Seyrediyorum seni. Ağlıyorum. Ağlıyorum. Ağlanılan her sahne bir zaman sonra duruluyor. Bazı sahnelere defalarca, bazılarına bir kere ağlamak yetiyor. Gözlerimin halini görüyorsundur inşallah. Bunlara eğitilmiş davul göz deniliyor.

O gün işteydim.

Bu sırada işverenim mecburen boşanıyor baba. Evet, o yaşta. Kadın evi terketmiş. Senin vedandan iki hafta kadar sonraydı, nasılsınız, diye sorduydum, çünkü benim bile farkedebileceğim derecede perişan bir ruhla dolanıyordu. Kötüyüm, eşim gitti, dedi. Ben kadının öldüğünü sandım, yaşamıyor mu, diye bağırmışım. Şok oldu haliyle, tabii yaşıyor, diye O da bağırdı. Ee, dedim, hem de türkçe.

İşte o gün, salıydı günlerden, yok, anlam yüklemiyorum salılara, telefonlar gelmiş. Geri aradım. Gelseniz iyi olur. Elim kolum, peşlerinden boynum, benden ayrıldılar. Yine aradım. Abla gel. Hep aradım. Özlem gel. Telefon yandı ama gelme diyen olmadı. 

O yollar baba, bir şekilde bitiyor. O gün nasıl bittiklerini henüz bilmiyorum. Oysa anlatacaktım. Şunu söyleyebilirim tek: Çok korktum ilk önce. Sen gidecektin ve ben sana yetişemeyecektim. Kesin bir yaşam hedefim oluştu sonra. Canlı olan sana varmak. O yüzden arabadan daha hızlıydım.
Baba, sen arabayla köprü altlarından geçerken başını eğerdin, hatırlar mısın? Canımsın. Şimdi tüm köprüler sana eğilsin. Buna yarın ağlayacağım.

Yanına geldim. Sen beni bekliyordun. Aslan babam.
Öyle upuzun sen, öyle ağır nefesli sen, öyle çevren dolu o odada, öyle başkaydı ki her şey baba, zaman ve mekan yarılıp açıldılar, ben tam beş yaşımdaydım, havaalanındaydım, seni bekliyordum, beni almaya henüz gelmemiştin, bir yığın ayakkabı gelip gidiyordu etrafımda, sonra tam önümde iki bacak kıvrıldı, güvenim doğdu, kıvırcık saçlarının arasından sen bana kahkahalandın:
Benim kızım mı gelmiş!