Freitag, 17. April 2020

İ-kinci hafta



Sabah uyanışlar: Eski sistemde olduğu gibi gözleri aç, alarm neden çalmadı de, yorganı üzerinden at, nasıl alarmı duymam feryadı ve anında hatırlama ve esefler. O sırada alarm.
Ve listeler. Ve işle alakalı mesajlar. Ve arayanlar. Başımın içi bir kazan. Ellerim yoruldu, telefonu kulağıma bantla yapıştırabilir miyim? Saçları ne yapacağım? Ellerim yorulsun, saçlarım kalsın bari.
Senin 
kablosuz 
kulaklıkların 
var. 

Asprin içerken, nabız türkçede z ile mi s ile mi yazılıyor diye bakacağım internette, aha dedim başkaları da aratmış.  O da ne, demek bir çok kimsenin nabzı 180. Hemen bastım. Karşımda bir video. Resmen nabız 180 adlı bir şarkı varmış. Dinledim. Allahım bana nasıl uyuyor! Süper dedim, ben bu şarkıyı virüsa söylerim arkadaş. Belki duyar da bana gelmez. Kadın sonra demez mi: Vicdanın sızlasa da geri dönsen mi bana. Bünyemde bir güm!
Çünkü bana küçükken bir kere elektrik çarpmıştı. Ağızda metal bir tatla titriyorsun ilk önce. Sonra galiba kurtarıyorlar seni, ayrıca ıslak elle neden ampüle dokundun diye azar da işitiyorsun. Biri de diyor ki, voltaj düşük, öldürmez, bir şey olmaz. Şarkıyı unuttum bu sefer, taktım buna. Sen beni avutacağın yere kalkmış beni azarlayanı avutuyorsun. Hem siz o çocuğun aklını neden karıştırıyorsunuz? Ampüllere elimle dokunursam titrerim, bana kızsalar ama voltajı düşük şeyler beni öldürmez, diye mi inansın? İlle? Ağzını burnunu açıp kendini sokaklara mı atsın şu dönemde? Bu sebeple, elektrikçi olmayan tüm yetişkinler hemen sussunlar. Ay sinirlerim çok gergin, ben ne dediğimi biliyor muyum, demiyorum. Sadece ve sadece saçmalamayı kesin. Zira hayat, bildiğini sandığın risk gruplarını komple sildi ve yeniden yazıyor. 

İkinci haftanın ortasında on kantar suratımı da alıp alışverişe gittim.
Ve tuvalet kağıdı. Ve rafları doldurmaya çalışan görevliler. Kanlar terler. Bu ülkede boş raf görmemişim, üstelik ve malum neden alışverişe geldiğimi de hatırlamıyorum, düştüm mısırların peşine. Paletlerdeki malları raflara dizen görevliye, nerede bu mısırlar, diye sordum. Hangi paletten çıkacağını bilmediğini söyledi. Beraber mi boşaltsak şu paletleri? Dedi ki, olmaz. O istediğini söylesin, ben o mısırı alacağım, mecburum ya mecburum. Hemen bir iç monolog: Sen yoktan anlamıyor musun? Vallahi billahi anlamıyorum. Bekleme kararı aldım. Daha ne olabilir derken, titizlikle olmaması için yıllardır uğraştığım şey oldu ve canım sıkılmaya başladı. Canımı anlamaya da çalıştım, neticede dükkanın bir yerinde öylece duruyor ve bekliyorum. Ama yine de bu ne cüret. Ne yapsam ne yapsam? Ben insanları izlemeye koyuldum, bedenim ise ardından ürpermeye. Gerçekliğim, teğerlediğim yerlerden yırtılıyor. Yahu bunlar nasıl yürüyorlar? Nasıl? Adlandıramıyorum ki ilk önce. Tekrar tüm gayretlerimi toplayarak bakıyorum. Nihayet algılıyorum: Aniden sağa ya da sola dönüyorlar. Ritmi ve zamanı yok dönüşlerinin. Düz pek gidilemiyor, tak sağ tak sol. Benim hiç robotum olmadı ama robot nedir biliyorum. İnsanlar robot takliti yapıyorlar. Aman iyi, dedim. Relax, panik yok, sosyal mesafe tutuyor millet, sen mısır bekle.
Vicdansız mısır gelmedi. Olsun, sanki başka yerden alamam. Sanki yarın yine buraya gelemem. Başka bir şeyler alıp yürümeye koyuldum. Ve gülüyorum, yahu bari kahkaha atma şimdi, topla kendini, diyorum. Ben de mekanik sağ ve mekanik sol yapabiliyorum artık.

Ve kasada bir mutlu, aman bir neşeli kasiyer. Bu ne hakla bu durumda diyerek aldım kadını izlemeye.  Eldivensiz eliyle her ele dokunuyor. Oturduğu bölüme baktım, dezenfekte namına bir şey yok. Ağzıyla şakıyor. Ya hormonel aşık ya da patronu, aman onlara ölebileceklerini belli etmeden neşeli sat mallarımızı, al paralarını, dedi. Emin olamadan sıra bana geldi. Elimi kurtarmam lazım. Para üstünü elime vermeye çalışıyor ve hala mutlu. Tezgaha koyun, dedim. Mensubu olduğum kültürlerin birinde bir bakış türü vardır: Karşındaki insana, başını birden ama birden dondurup sert sert ve mümkün olduğu kadar pis bakarsın. Bu esnada asla konuşmazsın. Tam o sırada bakışlarının gücüyle mahvedeceğin insan sana, ne bakıyorsun, diyebilir. Ardından kavga başlar. Bu ülkede de kavga edebilirsin, özgürüz biz. Ancak müşteri sonsuza kadar haklıdır. Kadın bana bakıyor. Ben aldıklarımı çantama koyuyorum ve kadına bakmayarak medeniyet yapıyorum. Bekledim. O paraları tezgaha koydu, ben de oradan alıp cüzdanıma. Sıra uzun, kadın genç, nabzım boing300. Ertesi gün kasiyerler eldiven takmaya başladılar. Daha ertesi gün oturdukları bölümlere camdan kabinler yapıldı. Hepsi oldu pilot. Ama geçelim bunları.

Dışarıya vardığımda dükkanın önünde yaşlı bir adam bisikletinin yanında duruyor ve bana gülümsüyordu. Ya Allahım, dedim, gülümsetme bana kimseyi, komple çek bu ırkı benim gözümün önünden. Adama baktım, hala olduğu yerde. Bana dedi ki: İyi pazarlar dilerim size genç bayan! 
Yanından geçerken ben de ona iyi pazarlar geveledim. Saygısızsın, insan o, dedim kendime. Asla kendimin altında kalmam: İyi de bugün Çarşamba, dedim, onun aklı başında değil. İnsan o, dedim kendime. Niye çıkmışki zaten o evinden? Ne işi var sokakta? İnsan o.

Eve geldim, ağladım ağladım ağladım. Kalbim düzeldi. Beynimle ekip çalışmalarımız devam ediyor.