Donnerstag, 14. April 2016

Bir çığ nasıl büyür, nasıl düşer?

Katılımla.
Ama ilk tanenin imece çağrısı yapması şart.
Kötü haberlerle güçlenmişken, iyi haberlerin dudaklarımızı uçuklattığı günlerdeyiz.
Hafızam bir kaç köşeye dokunmadan, daha öncesini sildi sanki.
Köşeler:
Küçükken, koca bir deniz suyunun kovalarla boşaltılabilinirliğine inanırdım.
Hiç bir arkadaşım buna yanaşmayınca, onları, bir tepeyi kaza kaza mağara evi yapmaya ikna etmiştim. Bir büyük, daha fazla kazarsak, ki dallarla ilerliyorduk, tavanın çökeceğini söyleyince, vazgeçtiydik. Meğer bize ne kadar çok inanmış.
Dolayısıyla, sonrasında gönül almamak için küstürmeye bulaşmamak mı, yoksa küstürüp gönül almak mı daha öğreticidir, düşünmekteyim. Bağlamında bir söz katıklanıyor düşünceme:
Bana dokunmayan yılana bin yıllık bir ömür dilerken ve şans eseri dileğim kabul olurken, o yılanın başkalarına bulaşabilme ihtimalini olayın neresine rahatça yerleştirebileceğime bakıyorum. Öte yandan nüfusun küçük bir bölümü bile yılanlara uzun ömür biçse, karşılıklı olarak yılanları birbirimizin üzerine salmış olmuyor muyuz? Dünya küçük. Nereye gidecek yoksa bu hayvanlar? Aklı başında bir sonuca varamadım.